Işığa maruz kalmanın öğrenme, idrak ve bilme üzerindeki etkileri. Yazarımız Sadık Uslu kaleme aldı.
8 Şubat 2025 Sadık Uslu
İlim adamları, bilginin toplum üzerindeki dönüştürücü etkisini yüzyıllardır tecrübe ediyor. Geçmiş dönemlerde bilgiye erişim, fiziksel kitaplar, el yazmaları, haritalar ve doğrudan gözlemlerle sınırlıydı. Bilgisayarlar yoktu ve gözler sürekli ışığa maruz kalmıyordu. Öğrenme süreci, yavaş ama derinlemesineydi.
Bu dönemde, bilgi edinimi esnasında göz bebekleri ışık koşullarına göre doğal olarak genişliyordu. Çünkü, ışık kaynakları doğal veya mum ışığı gibi düşük yoğunlukluydu. Şüphesiz; göz bebeğinin ışığa maruz kalışıyla, algılama esnasında gösterdiği reaksiyonun öğrenme kalitesi üzerinde de etkileri vardı.
Muhakkak; öğrenme ve idrak arasında da bir geçiş öyküsü, mesafe vardır. Geçmişin dokunsal, işitsel ve görsel iletişim koşulları determinist öğrenme biçiminin geçerli argümanlarıydı. Gerçeklik algımız da buna göre şekillenmişti.
Günümüzde ise; yazınsal ve ışığa dayalı aktarılan bilgi, zihin dünyamızda, öğrenme ve idrakimiz üzerinden imgesel ve teorik bir genişlik kazanıyor. Kavramlar, gerçeklik noktasında fazla hissiyat taşımıyor.
Örneğin; düşme ile yerçekimi arasındaki ilgi bağı tecrübeden ziyade anlamını, bilgi aktarımına bırakarak kişinin hayal dünyasına terk ediyor. Anlam, sübjektif hal alıyor. Dolayısıyla; gerçeklik algılarımız değişiyor, bu kez farklı bir yönde bükülüm gösteriyor.
Geçmiş dönemler, bilgiye erişimin zorluğu, ilim adamlarını daha derinlemesine düşünmeye, analiz etmeye ve keşiflere daha uzun süre odaklanmaya zorluyordu.
Bu düşünme biçimi, toplumların bilgiye değer vermesine, bilimsel yöntemin yaygınlaşmasına ve eğitim sistemlerinin temellerinin bu doğrultuda atılmasına da neden oldu.
Kaynakların kısıtlı olması, ilim adamlarının yaratıcılığını ve hayal gücünü kullanarak, bilgiyi deruni yönde genişletme ihtiyacını doğurdu. Zira; dönemin ilim adamları tek bir alanda konstantre olmaktan ziyade multidisipliner bir bakışa sahipti. Düşün dünyaları, zihin bütünlüğünde gedik oluşturmuyordu.
İbni Haldun’un çok yönlü çalışmaları veya Cabir bin Hayyan’ın kimyann temelini oluşturan çalışmaları, elementler teorisini geliştirmesi, Piri Reis’in haritacılık, denizcilik ve edebiyat alanındaki çalışmaları sadece mevcut bilgilerle sınırlı kalmayıp, bilinmeyeni keşfetmeye yönelik çabalardı. Bu kavrayıcı bakış, sanatta, bilimde ve teknolojide yeniliklerin doğmasına zemin hazırlamıştı.
Kitaplar, ilim adamlarını uzun süreli konsantre olmaya ve derin düşünmeye zorluyordu. Bu hal, beynin daha az uyarana maruz kalmasını ve dolayısıyla daha az stres yaşamasını sağlıyordu. Özellikle; gün ışığı ve yahut loş ortamlarda sağlanan bilgi, düşün dünyasına yolculuğun kapıları olan gözleri de rahatlatıyordu. Keşfedilene duyulan hayretin yanında, göz bebeklerinin genişlemesi, belki de ilim adamlarının ruh sağlığına olumlu etki ediyordu. Böylece daha az göz yorgunluğu, daha az baş ağrısı ve doğal ışığın sağladığı rahatlama duygusu, öğrenme, idrak ve bilme sürecini daha huzurlu hale getiriyordu.
Bilgisayarların olmadığı düşün dünyasında, ilim adamları daha az dikkat dağıtıcı unsura maruz kalıyor, bu da ruh sağlığı açısından daha az stres ve daha komplike buluş ve keşif demek oluyordu. Ali Kuşçu’nun yine çok disiplinli yaklaşımı, kelam, dil bilimi, astronomi ve matematiğe katkıları da, bu çok sakin tefekkür dünyasının ürünleriydi.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.