Hegemonyanın iki yüzü: Muhafazakar ve Özgürlükçü akımlar

Yazarımız Sadık Uslu hegemonya kavramının aslında birbirine yakın ancak çok farklı algılanan iki görünümünü ele alıyor.

Hegemonyanın iki yüzü: Muhafazakar ve Özgürlükçü akımlar
Son Güncelleme: Whatsapp

20 Şubat 2025   Sadık Uslu

Dünyaya hakim olma düşüncesi, ilk insandan bugüne değin ciddi tecrübeler yaşamıştır. Bu tecrübe birikimi devasa bir kültüre dönüşmüş ve “üst akıl” adı altında nihayet bir hegemonya çıkarmıştır. Dünya hegemonyası tarih boyunca kendini muhafaza edebilmiş ve insanlığı domine edici etkisini farklı coğrafyalara geçiş yeteneği sayesinde sağlayabilmiştir. Hegemonyaya ait bu yeteneği cari kılan bileşenlerin korunması adına, tez ve antiteze dayalı bir mekanizma ile tahakküm sistemleşmiştir. Sistem, böylece organize varlığını daha ileri taşıyabilmiştir.  

Hegemon sisteme dair mekanizmalar ana akım siyasi yaklaşımların temelini oluşturuyor. Bir yandan Muhafazakarlık, diğer yandan demokrasi ve bir takım özgürlükler vaad eden yenilikçi hareketler, toplumları bloke eden unsurlar olmuştur. 

Bir önceki yazımızda hegemonya geçişlerini, yeni (üretilen) dinlerin veya inanç sistemlerinin ortaya çıkışıyla ilişkilendirmiştik. Bu geçişler, hegemonyanın devamlılığını sağlamak ve toplumları konsolide etmek amacıyla işlev görüyor. Dünya siyasi tarihinde devletler gerek kendi toplumlarına gerekse dünyaya hakim olma adına mevcut dinlerden her an yararlanmıştır. Bu oldukça doğaldır. Fakat; İlerleyen dönemlerde dinleri kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde yeniden düzenlemekten veya yeni dini yapılar inşa etmekten sakınmamışlardır.

Özgürlükçü ve liberal hareketler ise, eski hegemonik sistemlerden kurtulmayı ve yeni bir hegemonik yapıya geçişi kolaylaştırmayı temsil ediyor. Liberalizm, bireysel özgürlükleri, pazar ekonomisini ve sivil hakları savunarak, katı hiyerarşileri ve geleneksel yapıları sorguluyor. Zira; Coğrafi Keşiflerle zenginleşen Avrupa’da, Rönesans ve Reform hareketleriyle birlikte, doğuda Osmanlı hakimiyetinde olan bölgelerin cazibesi azalmıştır. Bu dönemde, Avrupa’nın yeni buluşlar ve düşünceler ile yükselişi, doğunun muhafazakar yapısını geride bırakarak, batının hegemonyasını güçlendirmiştir. Protestanlık, Katolik Kilisesi’nin muhafazakar yapısına karşı bir reform olarak ortaya çıkmıştır ve bu süreçte dinamikler batı lehine değişmiştir. Bu süreç hegemonyanın ekseriyetle batıya doğru kaymasıyla da bağlantılıdır. Batılılaşma süreci bundan sonra coğrafya gözetmeksizin devamlılık arz etmiştir.

Günümüzde de, ABD hegemonyasından Çin hegemonyasına doğru bir geçiş süreci yaşanıyor. Bu geçiş, ABD’nin Pasifik kıyılarının batısında yer alan Çin’e doğru gerçekleşiyor. ABD’nin hegemonyasını koruma stratejisi, başlangıçta özgürlükçü ve liberal politikaları izlemişti. Bu bağlamda, ABD’nin Evanjelizm ile kendine özgü bir dini kimlik oluşturması, hegemonya yükselişinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Ronald Reagan döneminde Evanjelik Hristiyanlığın yükselişi, özgürlükçü ve bireysel hak odaklı politikaların ön plana çıkmasına neden olmuştu.

 

Ancak, zamanla ABD’nin hegemonyası zayıfladı ve bugünkü Trump dönemiyle hegemonyanın bitiş sürecine doğru gidiliyor. Hegemon süreçlerin yükseliş dönemleri demokratik ve özgürlükçü akımları, çöküş dönemleri ise muhafazakar konsantrosyonu temsil eder. Hegemonya tarihi boyunca bu simetri var olmuştur. Nitekim; günümüz Trump ABD’si de muhafazakar değerlere sarılarak eski düzeni korumaya çalışıyor. Donald Trump’ın başkanlığı döneminde “Make America Great Again” sloganı, bu muhafazakar eğilimi ilk andan bu yana yansıtıyordu. Muhafazakar eğilimler, bir yandan eski düzenin korunmasını savunurken, diğer yandan yeni hegemonik güçlerin yükselişini teşvik eden bir zemin hazırlıyor.

Avrupalıların Afrika ve Amerika’da yaptıkları katliamlar, batı hegemonyasının yaygınlaştığı ve hegemonik geçişin en hızlı biçimde sağlandığı dönemler olmuştur. Bu katliamlar sırasında, Rönesans ve Reform hareketleri ile özgürlükçü akımlar da popüler ve oldukça yaygındı. İnsan hakları ihlalleri ve özgürlükçü faaliyetler çok yakın zamanlı veya birbirine paralel gerçekleşiyordu. Hak ihlaline uğrayan toplumlar, insan yerine koyulmazken; aynı zamanın özgürlükçü akımları insanlık, demokrasi vb hassasiyetlerden dem vuruyordu.

Bu sürecin bir benzeri, günümüzde ABD ve İsrail’in Filistin halkına karşı işlediği hak ihlalleri ve katliamlarıyla tekrar ediyor. Filistin coğrafyası kan ve gözyaşına bulanmasına rağmen, hegemonyanın bunu görmezden gelmesi geçmiş uygulamalarının kopyası niteliğindedir.

Yaşlı, kadın, çocuk demeksizin milyonlarca insanı, yok sayan, yılların Filistin Devleti’ni tanımayan ABD hegemonyası, işgal planını uygulamanın fırsatını kolluyor. Sonrasında demokrasi ve özgürlükçü propagandalarla ürettikleri Siyonizmi taçlandırmanın hevesini yaşamak istiyor. Bu noktada Trump’ın Gazze planı işaret fişeği niteliğindedir.

Benzer bir şekilde, Çin’in ve bölgedeki mazlum halkların durumu da, bu hegemon geçişin kaçınılmazı olarak baskı ve sömürü dinamiklerinin diğer yansıması gibidir.

 

Hegemon kültürün geldiği noktada, Doğu ve Batı kavramlarının bir tarafgirlik ya da yön olarak amaca matuf bir önemi yoktur. Daha çok hegemonyanın hareket ettiği yön olan batının sürekliliği ve buna bağlı morfik etkisinin kullanımına yatkın ergonomisi önemli olmuştur. Hegemonik geçişin hızlı sağlanabilmesi, sosyal kabul ve direnç üzerinde de alışageldik bir hal almış ve toplu ikna unsuru olmuştur. Tıpkı sıcak hava ile soğuk hava arasındaki ısı farkının oluşturduğu rüzgarlar gibidir. Bu fark ne kadar fazla olursa, hegemonik geçiş de o kadar hızlı ve engel tanımaz oluyordu.

ABD, bir yandan da mevcut hegemonyasını aktarabilme adına, Siyonist inanç üzerinden BOP (Büyük Orta Doğu Projesi) ile ilerici, özgürlükçü bir zemin oluşturma çabasındadır. Bu, hegemonyasını sürdürme ve ön alma adına Çin’in de batısında kalan Filistin bölgesine kaynaklarını ve etkisini aktarma stratejisinin bir parçası olarak görülebilir. Böylece; kıta Amerika’sında”Make America Great Again” sloganıyla muhafazakar kurguyu işletirken, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Kudüs merkezli Siyonist imparatorluk için de özgürlükçü, yenilikçi ve demokratik tarafını hazır tututyor. Elon Musk’ın Neuralink projesi, yenilikçi ve bilgiye dayalı bir demokrasi sunuyor. Proje, insan beyni ile bilgisayar arasında doğrudan bir bağlantı kurarak bireysel kapasiteyi genişletmeyi amaçlıyor. Dolayısıyla; ABD içinde bulunduğumuz süreci, kendi hegemonyası açısından çift yönlü çalışıyor.

Ez cümle; hegemonik sistemlerin din üretimi ve bu dinler üzerinden geçiş süreçlerini yönetmesi, sistemik bir kurgunun parçası olarak görünüyor. Bu kurgu, önce doğu ve batı arasında fark (muhafazakar – özgürlükçü) oluşturuyor, sonra bu farkı kullanarak, hegemonik geçişlerin hızlı ve etkili olmasını sağlıyor. Böylece, toplumların kimliklerini ve siyasi yapılarını şekillendirirken, sürekli bir dönüşüm ve değişim süreci içinde yer alıyor.

İLK YORUMU SİZ YAZIN

Hoş Geldiniz

Üye değilmisiniz? Kayıt Ol!

Hemen Hesabını Oluştur

Zaten bir hesabın mı var? Giriş Yap!

Şifrenizi mi Unuttunuz

Kullanıcı adınızı yada e-posta adresinizi aşağıya girdikten sonra mail adresinize yeni şifreniz gönderilecektir.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.

canlı casino siteleri papyonshop.com ofis taşıma parça eşya taşıma evden eve nakliyat nakliyat deneme bonusu veren siteleri canlı casino