Yavuz Köktaş bu yazısında İslamcılık, Laiklik, Ahlak ve Din konularını ve Taha Abdurrahman’ın analizini ele alıyor.
TAHA ABDURRAHMAN’DAN ENFES BİR TAHLİL: LAİKLİK, İSLAMCILIK, AHLAK, DİN VE SİYASET
Prof. Dr. Yavuz Köktaş
Bu yazıyı lütfen güncel siyasi mülahazaların dışında okuyup istifade edelim. Ancak zihnimizin bir kenarında da 20 yıl önce Taha’nın enteresan bir ferasetle bugüne nasıl ışık tuttuğunu da hatırlayalım.
Evet, Taha’nın bütün düşüncesinin özeti metafizik değerleri fizik alana taşımaktır. Taha bunun ciddi bir felsefesini yapar ve ortaya koyar. Ancak bu felsefesini ortaya koymak çok uzun. Biz vardığı sonucu dikkate alarak bir özet yapmak istiyoruz. Ona göre temelde üç yaklaşım vardır:
a. Seküler/laik paradigma: Bu yaklaşıma göre batın (din) ayrı, zahir (dünya/siyaset) ayrıdır. Yani numen ve fenomen ayrımı söz konusudur. Bu yaklaşım bazen batına ilgisiz kalmak (laiklik); bazen de onu inkar etmek şeklinde ortaya çıkar. İnkar ettiğinde materyalizm adını alır. Bu yaklaşım, ruh ve bedeni ayırmak suretiyle aslında ruhsuz bir insan tasavvur etmesiyle insan gerçekliğine aykırı düşmektedir.
b. Dinî hakimiyetçi yaklaşım (Buna siyasal İslamcı yaklaşım da diyebiliriz): Buna göre batın ve zahir ayrı değildir. Siz bunu “din ve siyaset ayrı değildir” şeklinde ifade edebilirsiniz. Ancak buna rağmen ilgi odakları zahirdir, zahirî fiillerdir. Sözel iman veya zahirî ameller dışında batına ilgi göstermemişlerdir. Batına, ruha ve mutlak olarak Allah’a bağlanılamadığı için yer yer hüküm ve amellerle oynamak da mümkün olabilmiştir.
Bu iki yaklaşımın birbirinden ayrı noktaları olsa da ortak sonuçları da vardır. Ortak oruçları eşyayı ruha değil, nefse nispet etmektir. (Bu cümle Taha Abdurrahman’ın temel tespitlerinden biridir) Ayrıca her ikisi de zahir amellerle (siyasî eylem) ilgilenmektedir. Son olarak her ikisi de siyasî anlamı dikkate alırsak insan üzerinde egemenlik kurma arzusundadır.
c. İlahî sözleşmeye dayalı emanet paradigması: Bu yaklaşıma göre batın ve zahir ayrı değildir. Ama merkezî olan husus batındır. Batın, zahire öncelenmiştir. Batın, zahire hakimdir. İhlas ve formel ibadeti düşünelim. Dinî hakimiyetçi yaklaşım, ibadetin formel kısmı üzerinde durur; şekil kurallarına dikkat eder. İlahî sözleşmeyi esas alan yaklaşım ise zahirî ihmal etmemekle birlikte ihlası esas alır. Kalp amellerini tashih etmeye uğraşır. Böylece zahir amellerin de güzelleşeceğini düşünür. Bu yaklaşım sonuç olarak eşyanın ve fiillerin nefse nispetini terkeder; eşya ve fiilleri Hakk’a nispet eder. Bırakın insan üzerinde egemen olmayı, kendi zatı üzerindeki egemenliği de unutur; Mutlak olan Allah’a bağlanır.
Dolayısıyla Taha’da esas olan zahir alanın batın değerlerle, fiziğin metafizik değerlerle inşa edilmesidir. Fizik alanı metafizik değerlerle inşa etmeden önce muhakkak ruhî arınma ve nefis tezkiyesi sağlanmalıdır. Bunun yolu da ameldir. Onun için Taha’da insanın ruh ve beden gibi çift kutuplu oluşu, ruhlar aleminde Rabb’e söz verilmesi, ruhun bedeni öncelemesi, ruhî değerlerin insanın fıtratına kodlanması, insanın bunları hatırlaması gerektiği, bunları hatırlayabilmek için ruhu perdeleyen nefsin muhakkak tezkiye edilip temiz fıtratın aşikâr kılınması temel değerlerdir. Bu değerlerle bezenen ruh, fizik alanına yönelecek ve orayı ihya edecektir. Böyle olmalıdır, çünkü ruh arınmazsa insanlar gerçek özgürlük olan Allah’a kulluğu gerçekleştiremeyecek ve tağuta kulluğa yöneleceklerdir. Tağuta kulluk ise insanın insan üzerinde hegemonya kurmasıdır. Bu hegemonyayı dağıtan, parçalayıp atan şey ise arınmacı bir yaklaşımla Allah’a kulluğu gerçekleştirmektir.
Bu gaybî ve metafizik yükselişin önemi kendisini fizik alemde gösterecektir. Örneğin fizik alemde en önemli iki insanî etkinlik olan siyaset ve ekonomi, hatta bilim ve teknoloji bu metafizik değerlerle yenide inşa edilecektir. Verdiği misakı hatırlayıp metafizik değerleri içselleştiren Müslüman bir başkasını kendine kul yapmayacak, onun üzerinde egemenlik iddiasında bulunmayacaktır. Dahası metafizik/dinî değerleri istismar etmeyecektir. Verdiği misakı hatırlayıp metafizik değerleri içselleştiren Müslüman malın ve mülkün Allah’a ait olduğunu bilecek, onlara emanet gözüyle bakacak ve aldatma, hile, yolsuzluk, hırsızlık gibi kötü hasletlere bulaşmayacak, en önemlisi maddî varlığını başkaları üzerinde iktidar kurma vasıtası yapmayacaktır. Hukuk alanında adaletin dışına çıkmayacaktır. Zira; amel, ibadet ve arınma yoluyla en adil olan Allah’ın varlığına şahitlik etmiş bir Müslüman başkalarına zulum yapmayı en büyük haksızlık olarak kabul edecektir.
Bu durumda denilebilir ki, Taha’da en temel vurgu ahlakadır. Ancak bu ahlak nefis tezkiyesi yoluyla ruhun üzerindeki perdeleri yırtmak suretiyle elde edilecektir. Bunun yolu ise Allah’ın emirlerine riayet ve ibadetlere devam etmek suretiyle yüksek ruhî değerlerle buluşmaktır, ameldir. Bu paradigmanın fizik aleme yansıması dikkate değer sonuçlar verecektir. Bugün biz bilimin İslamileştirilmesinden bahsediyoruz. Bunu siyasetin İslamileştirilmesi, ekonominin İslamileştirilmesi şeklinde genişletmek de mümkündür. Taha’nın ilahî sözleşmeye dayalı ahlak paradigmasında örneğin bilimin İslamileştirilmesi bilim yaparken besmele çekerek o eylemi gerçekleştirmek değildir. Benzer şekilde teknoloji üretirken besmele ile işe başlamak değildir. Yine iş sahibinin, dükkanını veya patronun şirketini açarken besmele çekerek içeri girmesi değildir. Yine siyasetçinin meclise besmele çekerek girmesi veya konuşmasına selam vererek yahut bir ayetle başlaması değildir. Bunların hiç biri bilimi, teknolojiyi veya ekonomiyi yahut siyaseti İslamileştirmez. O halde bunları İslamî kılan nedir? Bunları İslamî kılan arınmış bir nefisle, elest bezmini hatırlayan bir ruhî düzeyle bunları yapmaktır. Yani metafizik/gaybî/dinî değerleri fizik alana taşımak ve aktarmakla ancak Allah’ın muradı gerçekleştirilebilir. Bunun için de arınmış bir nefisle işe koyulmak gerekir. Nefis arındırılmadan, ruh gerçek metafizik değerlerle buluşturulmadan girişilecek bir eylemde o eylemi nefse nispet etme tehlikesinden emin olunamaz.
Bütün mesele eylemi neye nispet edeceğimizde odaklanmaktadır. Eylemi Hakka mı, nefse mi nispet edeceğiz? Arınmamış nefs, eylemi nefse nispet eder. Arınmış nefs ise eylemi Hakk’a nispet eder. Bunun ciddi sonuçları vardır. Eylemini Hakk’a nispet eden bir nefs gerçek anlamıyla Allah’a kulluğa erişmiş bir nefstir. Gerçek anlamıyla Allah’a kulluğa erişmiş nefs en özgür nefstir. En özgür olana mutlak bağlanan nefs ise başkaları üzerinde hegemonya kurmaya yönelmez. İktidar olsun, mülkiyet olsun bunları kendine nispet etmez. Aksine arınmamış nefs ne kadar sözel anlamda besmele çekse de, her konuşmasında ayet okusa da, her işine besmele ile başlasa da, yanlış yapmaktan, aldatmaktan, eşyayı, iktidar veya mülkiyeti kendine nispet etmekten emin olamaz. Böyle olduğunda, işte, din istismarı dediğimiz olguyla karşı karşıya kalırız. Besmele çekerek veya ayet okuyarak insanlara yanlış yapmak veya bir şekilde onlar üzerinde egemenlik kurmak mümkündür. İşte bütün bu tehlikeleri bertaraf etmenin yolu arınmış bir ruhla eylemleri gerçekleştirmektir. Bu durumda ancak eylemin İslamî olduğundan emin olabiliriz. Aksi takdirde her türlü eylemimizde nefsin kendine bir pay ayırması mümkündür. Nefsin kendine pay ayırdığı, nefsin karıştığı ve nefsin eylemi kendine nispet ettiği durumlarda İslamî olan, dinî olan metafizik olan gerçekleşmiş olmaz. Zira bu eylem en üst değer olan ihlastan, ihsandan ve mutlak âmir ve otorite olarak Allah’ı kabul etmekten uzak demektir.
Görüldüğü gibi Taha Abdurrahman laikliği asla benimsemez. Ancak siyasal islamcılığa da ciddi eleştiriler yöneltir. Belki tabiri yerindeyse yeni bir islamcılık türü inşa etmeye çalışır. Bu islamcılık türü ilahi sözleşmeye dayalı emanet paradigmasıdır. Ve ben bugün olması gerekenin de bu olduğunu düşünüyorum. Şayet yeni bir İslami hareket olacaksa bunu dikkate alan bir İslami hareket olmalıdır.
Düşünce adamı Taha Abdurrahman
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.