Yazarımız Sadık Uslu bu çalışmasında Türk toplumunda özellikle ağır yeri bulunan devlet kavramının tarihsel gelişimini ekonomik ve düşünsel yönden inceliyor.
29 Ocak 2025 Sadık Uslu
Devletlerin türeyiş öyküsünün temeli şehirlere dayanır. Bu yazımı şehirlerin devlet modelini nasıl oluşturduğuna dair serüveni ortaya çıkarmak için kaleme aldım. Zira; devlet yapısı her geçen gün daha karmaşık hal alıyor. Özellikle; insansız lojistik hatların hızla artması ve siber uzaya egemen olma savaşı bu karmaşıklığın ana nedenlerinden bazılarıdır.
Tarih öncesi çağlar; yerleşim yerlerini tehlikeden uzak, izole alanlara çekmişti. Bu alanlar insana kendini güvende hissettiriyordu. Açık alanlar ise daha güvensiz ve tehlike arz eden yerlerdi. Zira; en tehlikeli alanlar esasen en ilkel lojistik hatlardı. Yani bu alanlar doğal ulaşım ve geçim hatlarıydı. Dere yatakları, geçitler, düz ova ve platolar gibi geniş alanlara yayılma olanağı sağlayan yerlerdi. Buralar, yıllardır canlı türlerin soylarını devam ettirdiği coğrafyayı yaşatan kılcal damarlardı. Besin zincirini oluşturan bu hatlar, canlıların varoluşuna dair kadim kültür hazinemizdi. Bu nedenle yaşamın neşet ettiği alanlarda yerleşim makul görülmezdi. Nitekim rızkın geldiği bu yollar, tehlikeli olmakla beraber kutsal da sayılabiliyordu. Sadece ekin ekmek, su ihtiyacını karşılamak ve avlanmak gibi temel ihtiyaçların karşılandığı ortak alanlardı. Diğer taraftan geçit hatları olduğundan eşkıya, haramiler ve her tür yırtıcı ile karşılaşmak da olağandı. Dolayısıyla; insanlık için en güvenli yerleşim alanları uzunca bir süre köyler olmuştur. İnsanlar, köylük alanlar kurarak coğrafyaya dengeli bir şekilde yayılmış, geçim havzalarını aralarında pare pare bölebilmişlerdi.
Geçim kavramı; verimlilik, dirlik, düzen, usul, anlayış ve yol gibi anlamların tamamını içinde barındırdığından rızkı en güzel anlatan kavramlardandır. Bu anlamda geçim alanları tüm canlı türlerin ortak alanları gibi görülmüştür. Geçim alanlarına yerleşmek, orada kalıcı olmak hem tehlikeli hem de diğer türlerin rızkına engel olma gibi nedenlerden dolayı uygun görülmezdi.
Günümüzde de bu kural değişmemiştir. Zira verimli ovalara şehirler kurulduğunu görüyoruz. Bu ovalar zemin olarak yumuşak toprak yapısına sahip olması nedeniyle dayanıksızdır. Yaşanan felaketlerde buna şahit oluyoruz. Siz ne kadar sağlam binalar yaparsanız yapın zemini gevşek olan alanlar yapılarınızı yıkmaya muktedirdir. Yakın zamanda yaşanan depremlerde bu alanlara yapılan binaların yıkıldığını binlerce insanın yaşamını yitirildiğini gördük. Şunu unutmamak gerekir. Verimli ovalara binalar dikmek, yüce planda ekine (rızka) basmak gibidir. Geçim alanlarını yerleşime açmak zulümdür. Hem gelecek nesilleri, hem de Allah’ın vadettiği rızkın üzerinde oturanları iyi bir akıbet beklememektedir.
Tunç Çağı ile birlikte lojistik hatların temelleri atıldı.
Tuncun kullanımı, insanların yaşamını önemli ölçüde değiştirmiştir. Tunç, yeni teknolojilerin gelişmesine olanak tanımış, toplumsal organizasyonun ve ekonomik düzenin daha karmaşık hale gelmesine neden olmuştur. Zira, tunç üretiminde gerekli olan kalayın sınırlı olması, ticaret yollarının değişmesinde önemli rol oynamıştır. Ticaret yollarının değişmesi diyorum, çünkü eski tip yaşam tarzları ticaretlerini çevrede bulunan köylerle takas usulü gerçekleştiriyordu. Eski yollar, yukarıda bahsettiğimiz gibi doğal geçim yollarıydı.
Tunç Çağı (yaklaşık MÖ 3000 – MÖ 1500), insan topluluklarının metalürjiyi öğrendiği ve ticaretin önemli ölçüde genişlediği bir dönemdir. Bu dönemde açılan ilk lojistik hatlar çeşitli kaynakların ve ürünlerin değişimini sağlamak için oluşturulmuştur.
Tunç madenine neden ihtiyaç duyulmuştu?
Tunç hem çok sert hem de şekil verilebilen çok kullanışlı bir madendi. Bakır ve kalayın işlenmesiyle kesici aletler ve kap kacak gibi eşyalar kaliteli bir şekilde üretilebildi. Tuncun kullanımı sayesinde ihtiyaçlar daha kolay giderilebiliyordu. Özellikle silah teknolojisinde kılıç, ok, mızrak ve zırh gibi kesici, delici ve koruyucu aletlerin imal edilmesi ile güvenlik konusunda çığır açılmıştır. Ticaret yollarının bir biriyle buluştuğu bu alanlar, silah, araç ve eşyaların imal edildiği en erken noktalardı. Bu nedenle buraların güvenlik ihtiyacı karışlanırken, bu üstünlüğü kaybetme korkusu da yaşanıyordu. Tabi ki lojistik hatların daimi olarak korunması gerekiyordu. Dolayısıyla; kolluk kuvvetlerine ihtiyaç vardı. Kolluk kuvvetleri, stratejik alanları koruma görevlerini yürütürken bu hatları kullanan tüccarlar da kendilerini güvende hissedecek ve ticaret yollarının sürdürülebilirliği sağlanacaktı.
Tunçla yapılan eşyaların oluşturduğu katma değer dünyaya yeni anlayış getirmişti. Bu anlayış yerleşme biçimlerini de değiştirmiş ya da yeni yerleşim biçimi olan şehirlerin doğumuna vesile olmuştu. Öyle ki; köy tipi yerleşim ve yaşam biçimlerinde kolluk kuvvetleri, karakol gibi yapılara ihtiyaç duyulmuyordu. Ancak; tuncun kullanımı ile elde edilen bu katma değeri, uzun hatlardan oluşan ticaret yollarını kullanmaya değer gören insanlık satın almıştı. Dolayısıyla; bu yollar da öncekiler gibi her tür tehlikeye açık olacak, ticareti yapılan mallar gibi savunma ihtiyacını da beraberinde taşıyacaktı.
Dicle ve Fırat Nehri Yolları:
Mezopotamya’nın iki büyük nehri, ticaretin ana arterleri olmuştur. Bu nehirler, Anadolu’dan gelen bakır ve kalay gibi metallerin, Güney Mezopotamya’ya taşınmasında kullanılmıştır. Uruk, bu yolların kullanımı sonucu gelişmiş ve şehirleşmiştir. Pek tabi ki; Fırat ve Dicle nehri hep vardı. Fakat tuncun kullanılması ile artık gelişmiş silahlar yapılabiliyordu. Özellikle; lojistik hatlar üzerindeki yerleşim yerlerinde güvenlik sorunu oluşmuştu. Böylece kalay ve bakırın intikal hatları (Fırat ve Dicle Nehir yolu) uzun soluklu kullanılmaya başlanmıştı. Tedarik zincirinin hatlar üzerindeki güvenliği önemliydi.
Lojistik hatlarla birlikte güvenlik hep ön plana çıkmıştır. Burada bahsettiğimiz güvenlik bireysel anlamda insanın can güvenliği değildir. Yolların kontrol güvenliğidir.
Anadolu – Mezopotamya Yolu:
Anadolu’dan Mezopotamya’ya uzanan bu yollar, metal, obsidiyen ve diğer değerli malzemelerin taşınmasında önemliydi. Kültepe (Kaneş) gibi yerleşim alanları bu ticaret yolu ile gelişmiş ve şehirleşmiştir. Bu yollar gibi İndus Vadisi yolu, Amber yolu gibi hatlar çağın önemli şehirlerini meydana getirmiştir.
Bundan sonra lojistik hatların oluşturduğu yollar tehlikeli olmaya devam ediyordu. Yol kesen eşkıya, yağmacı, gaspçı bu hatları her dönem tehdit etmiştir. Daha ileri dönemlerde bu hatlar üzerinde emelleri olanları mafya, terör örgütleri ve emperyalist güçler olarak da anacağız.
Nitekim Hz. Adem’den bu güne dek bu yollarda emeli olan ilk unsur bunlar değildi.
“Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım.”” Araf Suresi: 16. Ayet.
Sadık USLU – 29/01/2025